1-Hukuk Devleti İlkesi
Hukuk devletinin tanımı Anayasanın 2. maddesinde düzenlenmiş olup madde
metnine göre; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Hukuk devleti ilkesi ile insan haklarına saygılı, kişi hak ve özgürlüklerini koruyan
ve güçlendiren, vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlayan, eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştiren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet modeli
ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla hukuk devleti ilkesi, kişi hak ve özgürlüklerinin korunması, kanun
önünde eşitlik, hukuki belirlilik, idarenin keyfiliği yasağı, insan onurunun korunması,
adalet ve hukuk güvenliğinin sağlanması gibi pek çok ilkeyi kapsamaktadır. Devletin
hukuk kurallarıyla bağlı sayılmadığı polis devlet veya totaliter devlet kavramının karşıtı
olan hukuk devletinde, insan en üstün değer sayılmakta ve insan onurunun
zedelenmesine yol açacak hiçbir uygulama kabul edilmemektedir. Hukuk devleti ilkesi
gereğince, şüpheli veya sanık sadece bir obje olmayıp birtakım haklara sahip olan ve bu
hakları kullanabilen süjedir. Bu sebeple ifade alma ve sorgulamada insan onuruyla
bağdaşmayacak her türlü yöntem hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil edeceğinden
yasaktır.
2-Dürüst İşlem İlkesi
Adil yargılanma hakkıyla bağlantılı olan dürüst işlem ilkesinde, ceza muhakemesi
işlemlerinin kandırma, yanıltma veya zorlama gibi kişinin irade özgürlüğünü engelleyen
veya savunma hakkını kısıtlayan yöntemler olmadan hukuk devleti ilkesinin gereklerine
uygun olarak, kanunlarda öngörülen esaslar çerçevesinde yapılması amaçlanmıştır.
Batılı ülkelerde silahların eşitliği olarak kabul edilen bu ilke hukukumuzda dürüst
işlem ilkesi olarak kabul edilmektedir. Bir hukuk devletinde tanınan hakların
kullanılabilmesini amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, iddia ve savunma makamlarının
her yönden eşit olması anlamına gelmemektedir.
Anayasanın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde
düzenlenmiş olan adil yargılanma hakkına göre; her şüpheli veya sanık, kendisine
yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedenlerinden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve
ayrıntılı olarak haberdar edilmek, savunmasını hazırlamak için gerekli kolaylıklara
sahip olmak, savunma hakkını müdafi yardımıyla kullanmak istiyor ancak mali gücü
buna elvermiyorsa, mahkemenin görevlendireceği bir müdafi yardımından yararlanma
hakkına, iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da
iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek; duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşmadığı takdirde bir
tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak haklarına sahiptir.
AİHM, duruşma öncesi aşamada, sanığın kendi kendini savunmayı tercih etmesi nedeniyle
dosyaya erişimine izin verilmemesi, ulusal hukuk uyarınca dosyaya erişimin sadece avukatlara
münhasır olması yönündeki kararı adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirmiş ve
dolayısıyla Sözleşme’nin 6/1 ve 6/3-c fıkralarının ihlal edildiğine karar vermiştir.
3-Masumluk Karinesi
Anayasa’nın 38. maddesinin 4. fıkrasına göre; Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,
kimse suçlu sayılamaz.
İHEB’nin 11. maddesine göre; Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli
olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu
saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
AİHS’nin 6. maddesinin 2. fıkrasına göre; Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
Yukarıda belirtilen maddelerden de açıkça görüldüğü üzere masumiyet karinesi;
kişinin suçlu olduğu hükmen sabit oluncaya kadar, yargılama bitene kadar, kişinin
suçsuz sayılmasıdır. Evrensel hukuk kurallarına göre, kişinin masum olduğunu
kanıtlaması gerekmeyip, kişinin suçluluğunun kanıtlanamamış olması yeterlidir. Bu
karinenin temelini, kişinin hükümlü sıfatını alabilmesinin ancak iddia edilen suçların
işlendiğinin kanıtlanması ile mümkün olduğu oluşturur. Bu ilke ile şüpheli veya sanıkla
temasa geçen yetkili makamların ön yargı ile hareket etmeksizin kişinin suçsuz
olabileceği ihtimalini de dikkate alarak hareket etmesi sağlanır.
AİHM bir kararında, İçişleri bakanı ve iki üst düzey polisin televizyonda yayınlanan
basın açıklamasında, başvurucunun cinayeti azmettiren kişilerden birisi olduğunu ifade
etmelerini(Allenet de Ribemont) AİHS’nin 6/2. maddesinin ihlali olarak
değerlendirmiştir.
4-Meramını Anlatabilme İlkesi
Adil yargılanma hakkının bir gereği olan meramını anlatabilme hakkı, şüpheli veya
sanığın ceza muhakemesi sürecinde bilgilendirilmesi, açıklamada bulunabilmesi ve
açıklamalarının dikkate alınmasını isteme hakkını ifade eder. Bu ilke gereği kişi yetkili
makamlar nezdinde derdini anlatabilme, hiç veya gereği gibi dinlenmeden mahkum
edilmeme, öne sürülen iddia ve aleyhe delilleri çürütebilme imkanına sahip olduğundan,
savunmasını etkin olarak yapabilmekte ve kendini ifade edebilmeyi garanti altına
almaktadır. Anayasa’da açıkça yer almayıp AİHS’nin 6. maddesinde yer alan bu ilke,
Anayasa’nın 90/son maddesi gereği hukukumuzda da kanun hükmündedir. AİHM bir
kararında Federal Mahkeme’nin, başvurucunun itirazının çok uzun bir metin olması
nedeniyle tamamını okumamasını AİHS’nin 6/1. maddesinin ihlali olarak
değerlendirmiştir.
5-Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
Ceza muhakemesinde suçsuzluğu ispat yükümlüğünün olmadığını da gösteren
şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği, muhakeme sürecinde toplanan tüm delillere
rağmen kişinin suçluluğu konusunda şüphe varsa ve hakimin ispatlanmaya çalışılan
isnadın doğruluğu ile ilgili olarak şüpheleri mevcut ise, bu şüphe kişi lehine
değerlendirilir ve şüphe yenilemeyip de hakimde vicdani kanaat oluşmadığından,
ihtimale, tahmine veya varsayıma dayanarak hüküm vermek de mümkün olmadığından
olay ispatlanamamış kabul edilir. AİHS’nin 6. maddesi ve Anayasa’nın 38/4.
maddesinde, suçluluğu şüpheye yer vermeyecek şekilde ve kanuna uygun olarak ispat
edilmedikçe kişinin mevcut şüpheden yararlanacağı ve suçsuz sayılacağı belirtilmiştir.
Dolayısıyla şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masumiyet karinesi ile de bağlantılıdır.